Abim miras hakkımı vermiyor?,
Babam mirastan mal kaçırıyor?
Miras avukatı ne yapar?
Muvazaa nedir gibi sorularınız varsa aşağıda ki makale tam size göre; babam mirastan mal kaçırıyor diyorsanız aşağıda ki davayı açma hakkınız vardır. Miras avukatı ücreti ne kadar? Diyorsanız tarafımızla görüşüp ücret konusunda bilgi almanız gerekir.
MİRASTAN MAL KAÇIRMA (MURİS MUVAZAASI)
MURİS MUVAZAASI NEDİR?
Muvazaa; “Tarafların, asıl yaptıkları işlemi gizlemek amacıyla ve üçüncü kişileri aldatmaya yönelik olarak gerçek iradelerini yansıtmayan, aralarında hiçbir hüküm doğurmayan ve yalnız görünürde olan başkaca bir sözleşme kurmaları” olarak tanımlanabilir. Muvazaalı işlemler hukuk düzeninde ‘yok hükmünde’ sayılmaktadır. Haliyle bu tür işlemler gerek taraflar gerekse de 3.kişiler arasında herhangi bir sonuç doğurmamaktadır.
Muris muvazaası ya da halk arasında bilinen adıyla mirastan mal kaçırma ise; miras bırakanın sağlığında yaptığı birtakım muvazaalı işlemler ile mirasçılarını, hak ettikleri miras paylarından mahrum kılmaları olarak tanımlanmaktadır. Burada miras bırakanın asıl amacı, mirasçılarının miras haklarını azaltmak yahut tamamen ortadan kaldırmaktır.
Günümüzde muris muvaazası, çoğunlukla satış gibi görünen ve aslında bir bağış niteliğinde olan işlemler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Muris muvazaasının başka bir yaygın türü ise ölünceye kadar bakma sözleşmesi şeklinde görülür. Bu tür muris muvazaalarında miras bırakan, malvarlığının bir kısmını bağışlamış olmasına karşın bu bağışı, kendisine ölünceye kadar bakılması karşılığı yapılan bir karşılıklı kazandırma gibi göstererek işbu muvazaalı işlemi gizlemeyi amaçlamaktadır.
Görüldüğü üzere murisin, muvazaalı bir işlem ile mirastan mal kaçırdığını öne sürebilmek için temelde şu dört koşul aranmaktadır:
Mirasçıları aldatarak onlardan mal kaçırma saiki,
Mal kaçırma saikini gerçekleştiren gizli sözleşme,
Gizli sözleşmeyi perdeleyen ve taraflar arasında hiçbir hüküm doğurmayan görünürdeki işlem,
Ve muvazaa anlaşması.
Davaya konu işlemin bu dört unsuru da içermesi durumunda, miras hakkı zarar gören her mirasçı, muris muvazaasını öne sürerek dava açma hakkına sahip olacaktır.
MURİS MUVAZAASI DAVASINI KİMLER AÇABİLİR?
1.4.1974 tarih ve 1974/1-2 Esas ve Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı doğrultusunda; muris tarafından miras hakkı zedelenen her mirasçı, muris muvazaasına dayalı dava açma hakkına sahiptir. Burada mirasçının; saklı paylı mirasçılardan olup olmamasının, yasal veya atanmış mirasçı olmasının yahut öz veya evlat edinilmiş olmasının, kız veya erkek evlat olmasının önemi bulunmamaktadır. Yalnızca muris muvazaasına dayalı dava açan mirasçının, muris tarafından aleyhine mirastan mal kaçırma işleminin gerçekleştirilmiş olması ve dava tarihi itibariyle mirasçı olması yeterlidir.
Her bir mirasçı tek başına muris muvazaası davası açma hakkına sahiptir. Mirasçılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmamaktadır. Bununla birlikte birden fazla mirasçının bir araya gelerek, mirasbırakanın kendisine muvazaalı işlem ile kazandırma yaptığı diğer bir mirasçıya karşı muris muvazaası davası açması önünde de bir engel yoktur.
Buna karşılık dava tarihi itibariyle mirasçı sıfatı bulunmayan; başka bir deyişle mirası reddetmiş, miras hakkından feragat etmiş veyahut mirastan çıkarılmış olan kimseler, mirasbırakanın mirastan mal kaçırdığı iddiasıyla muris muvazaasına dayalı dava açma hakkına sahip değildir. Bununla birlikte mirastan ıskat edilen (çıkarılan) kişi, ıskat edilmesi işleminin sakatlık ihtiva ettiğini düşünüyor ise -örneğin vasiyetnamede mirastan çıkarılma sebebi tam olarak belirtilmemiş veya mirasbırakan yanılgıya düşerek kendisini mirastan çıkarmış ise- öncelikle “mirasçılıktan çıkarmanın iptali davası” açmak suretiyle mirasçılık hakkını geri kazanarak muris muvazaası davası açabilecektir.
MURİS MUVAZAASI DAVASINDA DAVALI KİMDİR?
Muris muvazaası davası; miras bırakanın sağlığında malvarlığı değerini devrettiği kişilere karşı ve bu kişilerin de aynı değeri kötü niyetli olarak başka bir 3.kişiye devretmesi halinde kötü niyetli 3. kişilere karşı da açılabilmektedir. Burada kötü niyetten kasıt; taşınmazı devralan 3.kişinin de miras bırakanın mal kaçırma kastından ve ilk devirin muvazaalı olarak gerçekleştirildiğinden haberdar olmasıdır
Bu halde sözgelimi miras bırakan sağlığında malvarlığında bulunan bir taşınmazı, mirastan mal kaçırma kastı ile bir kimseye satış olarak göstermek suretiyle muvazaalı bir şekilde bağışlayarak devretmiş ise işbu taşınmazı devralan kimseye karşı muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davası açılabilmektedir. Taşınmazı devralan kimse, aynı taşınmazı kötüniyetli bir 3.kişiye devrettiği durumda ise bu kötüniyetli 3.kişiye karşı yine muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davası açılabilmektedir.
Buna karşılık taşınmazı devralan 3.kişinin iyiniyetli olması, yani devrin miras bırakanın mal kaçırma kastı ile yapıldığından haberi olmaması halinde ise TMK’nın 1023.maddesi “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” uyarınca taşınmazı devralan iyiniyetli 3.kişinin bu kazanımı korunacak ve artık bu kimselere karşı muris muvazaasına dayanarak dava açılamayacaktır.
MURİS MUVAZAASI DAVASI NE ZAMAN AÇILABİLİR?
Muris muvazaası davası, Anayasa ile güvence altına alınmış mülkiyet hakkına ilişkin olduğundan herhangi bir hak düşürücü süre veyahut zamanaşımına tabi olmaksızın, murisin ölümünden sonra olmak kaydıyla, her zaman açılabilir. Zira muvazaalı işlem yapıldığı andan itibaren yok hükmünde sayılacağından hukuk düzeninde hiçbir sonuç doğurmayacaktır. Baştan itibaren yok hükmünde sayılan bir işlem, her zaman dava edilebilir nitelikte olacaktır.
Mirastan mal kaçırmaya yönelik davranışlar doğası gereği muris henüz hayattayken gerçekleştirilse dahi muris muvazaasına dayalı davalar ancak miras bırakının vefatından sonra açılabilmektedir. Miras bırakanın hayatta iken gerçekleştirdiği muvazaalı mirastan mal kaçırma işlemleri, miras bırakan hayatta olduğu sürece muris muvazaası davasına konu edilemez.
İSPAT YÜKÜ
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.2021 tarihli ve 2018/19-1013 E., 2021/105 K. sayılı ilamında; “…Mirasçılar, miras bırakanın yapmış oldukları hukuki işlemlerde kural olarak halef sıfatıyla taraf sayılırlar. Bunun sonucu olarak, mirasçılar ancak miras bırakanın sahip olduğu imkanlardan faydalanabilirler. Ancak miras bırakanın muvazaalı borç senedi düzenlemesi, mirasçılar aleyhine bir işlem olup, mirasçılar ile miras bırakanın hukuki menfaatleri çatışmaktadır. Bu nedenle, mirasçılar, muvazaalı borç senedinin hükümsüzlüğü talebiyle açacakları davayı üçüncü kişi sıfatıyla her türlü delille ispatlayabilirler (Arslantürk s.91). Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.04.1978, 1976/13-3608 E., 1978/338 K.; 12.04.1985 tarihli ve 1983/4-558., 1985/317 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.” hükmedildiği üzere davacılar, tanık dahil her türlü delil ile muris muvazaasını ispat edebilirler.
Muris muvazaası davasında mahkemece öncelikle incelenecek husus; miras bırakan ile malvarlığı değerini devrettiği kimse arasında bir para geçişi olup olmadığının incelenmesidir. Bu husus, muvazaalı işlemin satış görünümünde ve fakat özünde bir bağış işlemi olup olmadığını ortaya koymaktadır. Nitekim örneğin miras bırakanın sahibi olduğu bir taşınmazı tapuda satış göstermek suretiyle devrettiği bir kimseden bu satışa karşılık bir kazandırma alıp almadığı hususu öncelikli olarak incelenmelidir. Miras bırakan, gerçekleştirdiği devirin karşılıklı olduğunu, bu devir karşılığında bir kazanım (ödeme) aldığını ispatlayamadığı sürece işbu işlemin muvazaalı olduğunun kabulü gerekecektir.
Mahkemece incelenecek diğer bir husus ise miras bırakanın devrettiği malvarlığı değerinin rayiç bedelinin ne olduğu ve devirin bu bedel üzerinden gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğidir. Devredilen malvarlığı değerinin, piyasadaki rayiç bedelinden daha düşük bir bedel karşılığında devredilmesi, işbu devrin muvazaalı olduğuna dair bir emare teşkil edecektir.
GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
HMK m.2’nin getirdiği genel hüküm uyarınca muris muvazaası davası, malvarlığı hakkına ilişkin olduğundan Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülecektir.
Muris muvazaası davasının görüleceği yetkili mahkemenin tespitinde ise ikili bir ayrıma gidilmektedir:
Eğer mirastan kaçırılan mal bir taşınmaz ise taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi muris muvazaası davasında yetkili mahkeme olacaktır.
Buna karşılık mirastan kaçırılan değer, taşınmaz dışında bir malvarlığına ilişkin ise miras bırakanın vefatından önceki son yerleşim yerinde bulunan Asliye Hukuk Mahkemesi yetkili mahkeme olacaktır.
YARGITAY İÇTİHATLARI IŞIĞINDA MURİS MUVAAZASI
Murisin “Minnet” Duygusu ile Mirasçılarına Yaptığı Kazandırmalar Muvazaa Teşkil Etmez.
Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706 ( yeni 782 ), Borçlar Kanunu’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Bununla birlikte, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, ancak miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir.
Zira güncel Yargıtay uygulamasında; “Evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi ve sunulan aşırı hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği, hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğunun kabul edilmesi gerektiği” görüşü benimsenmiştir.
O halde, davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında taraflar arasındaki pay devri isteminde, muris muvazaasının olmazsa olmaz unsurlarından “gizli sözleşme” unsuru bulunmadığından işlemin gerçekten satış olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. (T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/1-1263 K. 2019/603 T. 23.5.2019)
Bir başka anlatımla; Yargıtay güncel kararlarında, murisin kendisine bakan evladına karşı ‘minnet duygusuyla’ malvarlığından yaptığı kazandırmalarda, murise bakan kimsenin bakım ve hizmetlerini bir tür karşılık olarak görmektedir. Dolayısıyla olağan karşılanabilecek sınırları aşan bakım ve hizmetlerin karşılığı olarak ebeveynlerden mirasçılarına yapılan kazandırmalar muris muvazaası kapsamında değerlendirilmemektedir. Zira mirasçı, edindiği malvarlığının karşılığını murise bakım ve hizmet sağlayarak ödemiş kabul edilmektedir. İşbu halde açılan muris muvazaasına dayalı davalar çoğunlukla menfi sonuçlanmakta ve muris muvazaası iddiası reddedilmektedir.
Murisin “Paylaştırma” Kastı ile Mirasçılarına Yaptığı Kazandırmalar Muris Muvazaasının Konusunu Oluşturmayacaktır.
Yerleşik Yargıtay uygulamasınca; miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğinden artık muris muvazaasına ilişkin emsal nitelikteki 1.4.1974 tarih ½ sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı anlayışı kabul görmüştür. Buna göre miras bırakanın mal kaçırma kastı olmaksızın, malvarlığını mirasçıları arasında hakkaniyete uygun bir şekilde paylaştırması (denkleştirmesi) muris muvazaası olarak kabul edilmemektedir. Burada esas alınan husus miras bırakanın iradesi olup, tüm mirasçıları kapsayacak şekilde ve birbirlerine denk ölçüde yapılan kazandırmalar muris muvazaası teşkil etmeyecektir.
Yargıtay 1. HD., 04.07.2018 T. 2015/12054 E., 2018/11790 K. sayılı ilamında;
“…Toplanan delillerden, tüm dosya içeriğinden ve miras bırakanın her bir çocuğunun beyanından, kadastro sırasında miras bırakana ait bir kısım taşınmazların oğulları Talat ve Fahri’ye verildiği ve onlar adına tespit ve tescil edildiği, bilahare kızlara da 101 ada 7, 112 ada 9 ve 113 ada 2 parsel sayılı taşınmazların verildiği, dolayısıyla bu temlikler bakımından murisin, mirasçılar arasında denkleştirmeyi amaçladığı ve muvazaalı olmadığı sonucuna varılmaktadır…”şeklinde hükmetmek suretiyle konuya açıklık getirmiştir.
Buna karşılık paylaştırma kastının varlığının kabulü için, miras bırakanın kazandırma yaptığı kimselerin mirasçıları olması koşulu aranmaktadır. Mirasçı olmayan kimselere yapılan kazandırmalar, paylaştırma/denkleştirme sayılamayacağından, miras bırakanın mal kaçırması olarak yorumlanmaktadır.
Hısımlar Arasında Yapılan Satış Sözleşmelerinin ‘Muvazaalı İşlem Olarak Görülmesinin Emaresi Olduğu”na Dair Fiili Karine Bulunmaktadır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu tarafından verilen 27.03.1957 tarihli ve 1956/12 E. 1957/2 K. Sayılı ve İFM 1 tarafından verilen BGE 87 II 263 sayılı kararlarda açıkça hükmedildiği üzere “hısımlar arası satış sözleşmelerinin, gerçek bir satış sözleşmesi niteliğinde olmadığı ve muvazaalı işlem olarak görülmesinin emaresi olduğuna ilişkin fiili bir karine oluşturduğu” genel kabul görmüştür.
Bu kararlarda özet olarak; “Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceği, miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının …mülahaza olunmak icap ettiği, bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan olmadığı, çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmek olduğu” belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere yukarıda yazılı içtihatlar uyarınca hısımlar arasında yapılan satış sözleşmelerinin doğası gereği muvazaalı bir işlemin emaresini oluşturacağı, bu tür kazandırmaların muvazaanın varlığına dair karine teşkil edeceği kabulü benimsenmiştir. Zira akrabalar arasında yapılan bu tür devirlerin özünde bağış niteliğinde olmasına karşın 3.kişileri aldatmak maksadıyla satış gibi gösterilmek suretiyle muvazaalı işlem oluşturulması hayatın olağan akışında sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Yargıtay işbu durumun önüne geçmek maksadıyla bu tür işlemlerin hısımlar arasında gerçekleşmesini muvazaa emaresi olarak görmekte ve güncel içtihatlarında yukarıda bahsedilen karineyi kabul etmektedir. (bkz. Yargıtay HGK, 29.04.2011 g. ve E.2011/6-164, K. 2011/245; Yargıtay HGK, 27.05.2015 g., 2013/2268 E., 2015/1437 K.; Yargıtay 14.HD., 15.12.2014 g., 2014/10130 E., 2014/14355 K.)